Hitler’in belge arşivini taşıyan uçak, Çekoslovakya (Şimdilerde Çek Cumhuriyeti) sınırı yakınlarındaki Heidenholz ormanına düşmüştü. Uçaktan geriye kalanlar, SS’ler kaza yerine varana kadar bölgede yaşayan yerel halk tarafından yağmalanmıştı.
Haber Hitler’e ulaştığında sığınakta tam bir ana baba günü yaşanmıştı. Hitler, her zamankinden çok daha fazla sinirlenmiş, bağırıp çağırıyordu. Arşivi taşıyan uçağa nezaret etmesi için gönderdiği ve en güvendiği hizmetçisi olan Sturmann Wilhelm Arndt de kazada yaşamını kaybetmişti. Hitler, Arndt’ın kaybına çok üzülmüş ama yine de onu kastederek, kızgın bir tavırla, “Ben ona en değerli belgelerimi emanet etmiştim. Bu belgeler gelecek kuşaklara eylemlerimin ne kadar doğru olduğunu gösterecekti!” demişti.
Taşınan arşivin içeriğiyle ilgili bilinen tek şey buydu.
Makale Başlıkları
Hitler’e gelince…
Önceden yapılan planın aksine, sığınağı terk etmemeye karar vermişti. Uçak olayından 10 gün sonra, 30 Nisan 1945’te, önce metresi Eva, ardından da kendisi, içinde siyanür bulunan kapsülü ısırarak intihar ettiler. Hitler, siyanür ile eş zamanda, tabancayı sağ şakağına dayayarak ateş etti.
Cesetleri, isteği üzerine, sığınağın bahçesinde bombaların açtığı bir çukura yerleştirilip yakılmıştı.
22 Nisan 1983
Almanya’nın en yüksek tirajlı haftalık haber dergisi Stern, sadece Almanya’da değil, bütün dünyada büyük yankılar yaratan yazılı bir basın açıklaması yapmıştı. Açıklamaya göre, Hitler’in kayıp günlükleri bulunmuştu. Stern, bu günlükleri yakın zamanda yayımlamaya başlayacaktı.
Hitler ve metresi Eva Braun
13 Mayıs 1981.
Saat 17.00’ı az geçe ajanslara bomba etkisi yaratan bir haber düşmüştü. Vatikan’da genç bir Türk, Papa II. Ioannes Paulus’e suikast girişiminde bulunmuştu. Stern dergisinin üç yazı işleri müdüründen biri olan Felix Schmidt de bu haberi teleksten ilk öğrenenler arasındaydı. Suikastçı genç hakkında, adı dışında, fazlaca bir bilgi yoktu. Derhal Türkiye’ye bir muhabir gönderip adı ajanslarda Mehmet Ali Ağca olarak geçen bu suikastçı genç hakkında bilgi toplaması için, derginin en ele avuca sığmaz muhabiri olan Gerd Heidermann’ı bulunabileceği yerlerden telefonla arattı. Sekreterleri, bütün çabalarına karşın, onu bir türlü bulamıyordu.
Gerd Heidermann, oldukça ilginç bir kişilikti. Ulaşılamayan bilgi ve belgelere ulaşma konusunda inanılmaz bir yeteneği vardı. Kurduğu kişisel bağlantılar nedeniyle açamayacağı kapı yoktu. Nazilere ve Nazi dönemine karşı saplantı düzeyinde derin bir saygı ve hayranlık duyuyordu. Bu hayranlığı o kadar ileri götürmüştü ki, muhabirlikten kazandığı her kuruşu Nazilere ait hatıra eşyaları toplamaya harcıyordu. Nazi Almanya’sının Hava Kuvvetleri Komutanı Hermann Göring’in kızı Edda ile oldukça sıkı fıkı bir ilişki kurmuştu. Hermann Göring, II. Dünya Savaşı sonrası tutuklanıp, Nuremberg Mahkemesi tarafından yargılanmış ve idama mahkûm edilmişti. Göring, idamın infazından birkaç saat önce bir potasyum siyanür kapsülünü ağızında kırarak kendi yaşamına son vermişti. Kızı Edda Göring, taşıdığı soyadının yaratacağı tepkilerden de çekinerek insanlardan uzak, oldukça sakin bir yaşam sürdürmeye karar vermişti. Heidermann, Edda’nın da yardımlarıyla Nazilere ait hatıra eşyalara kolayca ulaşabiliyordu. Oysa savaş sonrası Almanya’da çıkarılan bir yasa ile Nazilere ait hatıra eşyaların toplanması ve sergilenmesi yasaklanmıştı. Ancak yasak da olsa, bu tür eşyaların alınıp satıldığı büyük bir karaborsa oluşmuştu. Heidermann, Edda’nın da yardımlarıyla, Hermann Göring’e ait ve eşinin adını verdiği “Carin II” isimli yatı satın almıştı. Yat oldukça bakımsızdı. Büyük bir borca girerek yatı aslına uygun olarak tamir ettirmişti.
Yazı İşleri Müdürü Felix Schmidt, Heidermann’ı bulmaktan tam ümidi kesmişken odasındaki telefon çaldı. Arayan Stern dergisinin Genel Yayın Müdürü Peter Koch idi. Schmidt’i çok acil olarak odasına çağırıyordu. Schmidt, Koch’un odasının kapısını açtığında büyük bir sürprizle karşılaştı. Kaç saattir aradığı muhabir Heidermann, tam karşısında oturuyordu. Koch, yüzünde büyük bir sevinç ifadesiyle, masasının üzerinde duran siyah ciltle kaplı yarım düzine kitabı işaret etti. “Bak” dedi, “Bunlar Hitler’in günlükleri!”.
Hitler’in günlüklerini bulmak, İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığına ve mucizevi güçleri olduğuna inanılan “Kutsal Kâse”yi (Holly Grail) bulmakla neredeyse eşdeğerdi. Kutsal Kâse iki bine yakın yıldır bulunamamıştı. Oysa Hitlerin günlükleri tam önlerinde duruyordu.
Günlüklerden birini eline alıp karıştırmaya başlayan Schmidt’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Müthiş bir heyecana kapılmıştı. Eğer iddia edildiği gibi bunlar Hitler’in günlükleri ise, bu basın tarihinin en büyük başarılarından biri olacaktı.
Schmidt ve Koch yakalanan balığın büyüklüğünün farkındaydılar. Bu nedenle derhal derginin sahibi olan Gruner + Jahr şirketini olaydan haberdar etmeye karar verdiler. Haberi alan şirket yetkilileri bu “yüzyılın olayı”nın dergiye ve şirkete kazandıracağı kar ve itibarı hesaplamaya başlamışlardı. Tam bu esnada Heidermann şirket yetkililerine olayın boyutunu daha da büyütecek bir bilgi veriyordu: Günlükler toplam 62 ciltti ve 1932 ile 1945 yılları arasındaki 13 yıllık süreyi kapsıyordu. Elde edilen 6 cilt dışında kalan günlükleri satın alabilmek için gizli bir operasyon yürütülmesi gerekiyordu. Şirket, Schmidt ve Koch’u devre dışı bırakarak, Heidermann’a derhal bu operasyonun ileri götürülmesi için gerekli yetkiyi ve mali kaynağı karşılama sözünü verdi.
Peki, Heidermann günlüklerin ilk 6 cildini bulmayı nasıl başarmıştı?
“Carin II” yatını tamir için aldığı borç o kadar boyunu aşmıştı ki yatı elden çıkarmaya karar vermişti. Kendisi gibi Nazi hatıra eşyalarına meraklı Tiefenthaler isimli bir koleksiyoncunun yatı satın almakla ilgilenebileceğini düşünerek ziyaretine gitmişti. Tiefenthaler yatla pek ilgilenmemişti ancak Heidermann’ın ilgileneceğinden emin olduğu elindeki günlükleri göstermişti.
Heidermann, günlüklerin ilk 6 cildini Tiefenthaler’den satın almıştı. Tiefenthaler, Heidermann’a günlükleri “Herr Fischer” isimli birisinden satın aldığını ve günlüklerin geri kalanının da Fischer’de olduğunu söylemişti.
Heidermann’ın yapacağı gizli perasyonun odak noktası “Herr Fischer“di.
Uzun bir uğraştan sonra Fischer’i bulmayı başaran Heidermann, iki yıl içinde sıkı pazarlıklarla bütün günlükleri peyderpey satın almıştı. Bu operasyonun şirkete maliyeti oldukça külliyetli rakamlara ulaşmıştı. Heidermann, günlükler için Tiefenthaler ve Fischer’e toplamda9.3 milyon Alman Markı (Yaklaşık 6.1 milyon dolar) ödemişti.
Bütün günlükler tamamlandıktan sonra artık sıra bu günlüklerin bulunduğunu kamuoyuna açıklama sırası gelmişti.
22 Nisan 1983’te yapılan basın açıklaması işte bu açıklamaydı.
Günlüklere ödenen yüksek meblağın karşılığını kat kat fazlasıyla çıkarmak isteyen Stern dergisinin sahipleri, diğer ülkelerdeki basın organlarına da günlükleri pazarlama yoluna gitmişlerdi. İngiltere’de Avustralyalı ünlü medya patronu Rupert Murdoch’un sahibi olduğu Times ve Sunday Times gazeteleri, Newsweek ve Paris-Match dergileri ile ardı ardına yüksek meblağları içeren anlaşmalar imzalanmıştı. Günlükler önce Stern dergisinde haftalık dizi halinde yayımlanmaya başlanacak, ardından İngilizce ve Fransızcaya çevrilerek diğer medya organlarına servis edilecekti.
Yalnız yayından önce yapılması gereken önemli bir iş daha vardı.
Klaus Kujau
Bu günlüklerin Hitler’e ait olduğu nasıl kanıtlanacaktı?
Hitler’in kağıt ve kalemle arasının pek iyi olmadığı biliniyordu. Kalemi eline alıp yazmaktan hoşlanmadığı yalnızca uzman tarihçiler tarafından değil, yaşamına ilgi duyup hakkında biraz okuyan herkes tarafından biliniyordu. 1923 yılında gerçekleştirilen başarısız Birahane Darbesi (Hitlerputsch) sonrasında hapse atıldığı yıllarda yazdığı otobiyografik kitabı “Kavgam“ı (MeinKampf) bizzat kendisinin yazmadığı, hapishane ve dava arkadaşı Rudolf Hess’e dikte ettirdiği bir sır değildi. Bu bilgi ışığında 62 ciltlik günlükleri bizzat Hitler’in kaleme aldığı iddiası, günlüklerin özgünlüğü hakkında soru işaretleri yaratabilirdi.
Stern dergisi, günlüklerin Hitler’e ait olduğunu kanıtlamak için dönemin en ünlü tarihçilerinden biri olan Hugh Trevor-Roper’den görüş almaya karar vermişti. 1945 yılında İngiliz hükümeti tarafından Hitler’in ölümünü araştırmak için Berlin’e gönderilen ve bu konuda ayrıntılı bir rapor yazanTrevor-Roper, 1947 yılında yayımlanan “Hitler’in Son Günleri” (TheLastDays of Hitler) isimli oldukça popüler bir kitabın da yazarıydı. Akademik çevrelerde “Hitler uzmanı” olarak biliniyordu.
Trevor-Roper, ününü daha da artıracağını düşündüğü bu görevi seve seve kabul etmişti. İsviçre’deki yüksek güvenlikli bir banka kasasında saklanan günlükleri inceleyen Trevor-Roper, “O İsviçre Bankasının arka odasına girip, o ciltlerin sayfalarını çevirmeye başladığımda gitgide bütün şüphelerim kayboldu. Mektuplar, notlar, anılar, Hitler’in imzaladığı resim ve çizimler, onlarca yılı kapsayan bütün bu malzeme. Artık bu belgelerin özgün olduğuna dair tatmin oldum.” diye görüş verecekti. Trevor-Roper’e göre sıkıcı toplantıların not edildiği bunca defter bir sahtekâr tarafından üretilemezdi.
Artık günlüklerin yayımlanmasının önünde herhangi bir engel kalmamıştı.
25 Nisan 1983
Stern, normal tirajı 1 milyon civarlarında olmasına karşın, 2.3 milyon baskıyla özel bir sayı yayımlıyordu. Kapakta, kırmızı iri puntolarla, “Hitler Günlükleri Ortaya Çıktı” diye başlık atılmıştı.
Stern, bütün dünyada gündem haline gelen yayımın gazete stantlarında yer aldığı gün, tarihçi Trevor-Roper’in de hazır bulunacağı bir basın toplantısı düzenlemişti. Toplantının amacı, basın mensuplarını günlükler hakkında bilgilendirmekti. Toplantıya katılan gazeteciler günlüklerin özgünlüğü konusunda Genel Yayın Müdürü Peter Koch’u soru yağmuruna tutmuşlardı. Koch, bu soruların konunun uzmanı olan Trevor-Roper tarafından yanıtlanmasını rica etmişti.
Trevor-Roper’in yanıtı, basın toplantısında bulunanlar üzerinde tam bir şok etkisi yaratacaktı.
Daha bir hafta önce günlüklerin özgünlüğü konusunda olumlu görüş veren tarihçi, birden kekelemeye başlamış ve “Bir tarihçi olarak…eee…belki de mecburen…eee…gazeteciliğin atlatma haber yapma gereklerine…eee…bir dereceye kadar feda edilmesinden dolayı pişmanlık duyuyorum” demişti.
Bu sözlerin ardından günlüklerin özgünlüğüne büyük bir gölge düşmüştü.
Stern, bu gölgeyi ortadan kaldırmak amacıyla bu kez Alman Federal Arşivine (Bundesarchiv) başvurmuştu. Arşiv, yaklaşık bir haftalık bir araştırmadan sonra şöyle bir rapor verecekti: “Bize verilen üç günlükte, 1938’de geliştirilmiş ancak 1943’e kadar üretilmemiş poliyamid 6 adlı sentetik tekstilin izleri bulunmuştur. Mürekkep sıradan bir dükkândan alınmıştır. On üç yıla yayıldığı düşünülen etiketlerin hepsi aynı daktiloda yazılmıştır. 1943 yılına ait günlük en geç 12 ay önce kaleme alınmıştır“. Federal Arşiv uzmanı tarihçi Hans Booms günlüklerin özgünlüğüne son darbeyi söyle vurmuştu: “Bu günlüklerle tarihçi Max Domarus’un 1962’de basılan “Hitler’in Nutukları ve Açıklamaları” adlı çalışması arasındaki paralelliğe dikkat çekiyoruz. Domarus’ta belli bir gün için bilgi yoksa, Hitler de o gece günlüğüne bir not yazmamış, Domarus’un küçük hataları bile aynen Hitler tarafından taklit edilmiştir“.
Artık günlüklerin sahteliği konusunda hiçbir kuşku kalmamıştı.
“Hitler Günlükleri”, birden bire “yüzyılın basın başarısı”ndan, dünya çapında yankı uyandıran “yüzyılın basın skandalı”na dönüşmüştü.
Sahteliğin anlaşılmasının ardından bütün gözler günlükleri satın alan Gerd Heidermann’a dönmüştü.
Sahi, Heidermann bu günlükleri satın aldığı “Herr Fischer” gerçekte kimdi?
“HerrFischer” olarak bilinen kişinin gerçek adı ise Klaus Kujau’ydu.
Klaus Kujau, yıllarca, Nazilere ait olduğunu iddia ettiği ancak sonradan imal edilmiş, özgün olmayan hatıra eşyalar satan sahtekâr bir koleksiyoncuydu. Kısa bir araştırma sonucunda sahtekârlık suçuyla hapse girdiği de ortaya çıkıyordu. Üstelik oldukça da acemi bir sahtekârdı. Günlüklerin kapağına Gotik harflerle A.H. (Adolf Hitler) yazması gerekirken, Gotik alfabe bilgisi olmadığı için F.H. harflerini yazmıştı. İlk bakışta dahi anlaşılabilecek bu yanlışlık, çok ilginç bir şekilde, hiç kimsenin o güne kadar dikkatini çekmemişti.
Araştırma sonunda Kujau kadar Heidermann’ın da bir sahtekâr olduğu ortaya çıkmıştı. Heidermann, dergiden günlükleri satın almak için aldığı paranın önemli bir kısmın Kujau’ya vermemiş, kendi cebine atmıştı.
İki sahtekâr Alman mahkemeleri önünde yargılanıp dörder yıl hapse atılmışlardı.
Stern dergisi kaybettiği müthiş itibar ve güveni yeniden elde etmek için uzun yıllar uğraş vermek zorunda kalmıştı.
Hugh Trevor-Roper’e gelince; skandaldan sonra bütün kariyeri izleri asla silinemeyecek şekilde lekelenecekti. Bir daha eski itibarını sağlaması mümkün olmayacaktı.
Sahte günlükler ise bugün hala Bonn’daki bir tarih müzesinde sergilenmektedir.
Kaynak
havadiskibris.com
savasgunlukleri.com