1946’da, Mardin’in Savur ilçesinde sekiz çocuklu bir ailenin yedincisi olarak dünyaya geldiğimde, okuma yazma bilmeyen anne-babam bugünleri hayal edebilir miydi? Bilmiyorum… Ama şurası kesin: Kız ya da erkek olsun, tüm çocuklarını okutmak konusunda çok istekli olan ve bu bilinçle hareket eden bir ailem vardı. Hedef belirlenmiş: Çocuklar, okuyacaklar! Yoksulluğun içinden doğan kararlılığın küçük bir aileye nasıl yansıyacağının güzel bir örneğidir sanki…
İlk ve orta eğitimini Savur; liseyi Mardin’de tamamladım. 1963’te girdiğim İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1969’da birincilikle bitirdim. Tıp eğitimimin ikinci yılında aldığım biyokimya derslerinden etkilenip, biyokimya alanında araştırmacı olmaya karar verdim. Mikroevrende gezinmek, hücrelerin hatta hücre organellerinin içinde olup bitenleri anlamak çok heyecan vericiydi.
Tıbbiyeden mezun olan herkesin, temel bilimlerle ilgilenmeden önce birkaç yıl doktorluk yapmasında büyük fayda görüyordum. Saygı duyduğum bir hocamın tavsiyesine uyarak ve doğup büyüdüğüm memleketime borcumu ödemek için doğduğum yer olan Savur’a yakın bir bölgede iki yıl sağlık ocağı doktorluğu yaptım. İnsanla uğraşmak, onların sorunlarına çare olmak gurur vericiydi ancak tüm insanlık için bir şeyler yapabilmek duygusu coşkumu daha da artıyordu.
Başvurum kabul edilince TÜBİTAK Bursu ile Dallas’taki Texas Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji dalında doktora yaptım. Ardından Yale Üniversitesi’nde DNA onarımı alanında doçentlik tezini tamamladım. Bütün bu eğitim sürecini birkaç cümlede yazıvermek ne kadar kolay. Halbuki her geçen saati emek ve fedakarlık isteyen doktora öğrenciliğim esnasında yaşadığım hiçbir güçlük beni yolumdan döndüremedi.
Nobel Ödülü’nü Nasıl Aldım?
Nobel Ödülü’nü almamı sağlayan araştırmamın ne olduğunu size basitçe anlatmaya çalışayım:
Uzun zamandır “sirkadiyen ritm” diye adlandırılan bir durum vardır. Uyuma zamanında uyumamızı, uyanmamız gerektiğinde uyanmamızı sağlayan ve bunu tansiyon, nabız, bağışıklık sistemi gibi vücut fonksiyonlarını da kontrol ederek sağlayan bir mekanizma olduğu biliniyor. Bu mekanizmanın memelilerde, retinaya gelen ışığın beynin ön kısmındaki suprakiazmatik çekirdek bölümünü uyarmasıyla olduğu ispatlandı. Bu çekirdek aynı zamanda dokuların eş zamanlı çalışmasını da sağlamaktadır. 24 saatlik davranışlarımızın tümü bedenimizdeki bazı kimyasal maddeler kullanılarak bu sirkadiyen ritm tarafından ayarlanmaktadır.
İşte ben yıllarca uğraşarak bu sirkadiyen ritmin içinde, bozulan DNA‘ların onarım sisteminin de olduğunu buldum. Böylece kanser tedavisinde ve kanserden korunmada çok önemli tespitler ve buluşlar yaptım.
Birinci buluşum; bedenimizde sigara, ultraviole ışınları ve benzerleri gibi çeşitli zararlı maddelerin etkisiyle kontrolsüz bir şekilde hızla hücre çoğalması olmasına kanser diyoruz. Sürekli büyüyen ve fazlasıyla çoğalma gösteren kanser hastalığına neden olan DNA kırılmalarıdır. DNA Tamir mekanizmaları sirkadiyen ritme göre gündüz fazla, geceleri ise azdır. Kanser tedavisinde kullandığımız ilaçlar, kanserli hücrelerinin DNA yapısını bozarak etkilerini gösterirler. Kanseri yenmek için ilaçlarla bozulan bu DNA kırıklarının yeniden onarılmasına imkan vermemek gerekir. İşte ilaçları tamir işlerinin az çalıştığı zaman dilimini bularak uygularsak kansere karşı daha etkin tedavi yapabiliriz.
İkicisi buluşum; normalde hücre bölünmesi sırasında değişik hatalar olmakta ancak bu hatalar sirkadiyen ritme göre çalışan özel proteinler üretilerek yok edilmektedir.
Neden Aziz Sancar ödüle layık görüldü?
İsveç Kraliyet Bilim Akademisi, düzenlediği basın toplantısında, kimya ödülüne layık görülün Sancar ile diğer iki bilim adamı Lindahl, Modrich’in çalışmaları için “hücrelerin hasar gören DNA’yı nasıl onardığını ve genetik bilgiyi nasıl koruma altına aldığını” ortaya çıkardıkları için Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldüklerini bildirdi.
DNA ve hücre çalışmalarının önemi
Açıklamada, “Üç bilim adamının çalışmaları, hücrelerin nasıl işlediğine yönelik son derece önemli bilgi sağlayarak yeni kanser tedavilerinin geliştirilmesine yol açtı” ifadesi kullanıldı.
İnsan DNA’sının her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle zarar gördüğüne işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Ancak bu tür dış saldırılar olmadan da DNA molekülleri, kalıtımsal olarak değişken bir yapıya sahiptir. Hücrenin genomunda her gün çok sayıda değişiklik meydana gelir. Daha da ötesi insan vücudundaki hücreler her gün milyonlarca kez bölünür ve bu esnada DNA kopyalanır. DNA’nın kopyalanması sırasında bazı bozukluklar ortaya çıkar. Genetik materyalin tam bir kimyasal kaosa düşmemesinin nedeni, hiç durmadan DNA’yı izleyen ve meydana gelen hasarları onaran moleküler sistemler barındırmasıdır. 2015 Nobel Kimya Ödülü, bu onarım sistemlerinin nasıl işlediğini moleküler düzeyde gözler önüne seren çalışmalarıyla alanlarında çığır açan üç bilim adamına verilmiştir.”
Kraliyet Akademisi, ödüle layık görülen Sancar ve diğer iki bilim adamını şöyle tanıttı:
“1970’lerin başlarında bilim adamları, DNA’nın son derece istikrarlı bir molekül olduğuna inanıyordu ancak Lindahl, DNA’nın aslında yeryüzünde yaşamın gelişimini imkansız kılacak bir yavaşlıkta bozulduğunu ortaya çıkardı. Öngörüsü, Lindahl’ın DNA’nın çökmesine sürekli engel olan moleküler bir makineyi keşfetmesini sağladı. Aziz Sancar, hücrelerin ultraviyole ışınlarının DNA’da neden olduğu hasarı tamir etmek için kullandığı nükleotid eksizyon onarım mekanizmasının haritasını çıkardı. Paul Modrich de hücrelerin, hücre bölünmesi esnasında DNA’nın kopyalanmasında ortaya çıkan hataları nasıl düzelttiğini buldu.”
Kaynak
Evrimagaci.org
Karar.com