Matrix filmi bir Hollywood klasiği olmaya adayken, bu üçlemenin özellikle ilk filmi üzerine yapılan yorumlar ve tartışmalar halen devam ediyor. Filmin bu kadar tartışılması, ilk olarak Matrix ile başlayan filmler ve televizyon dizileri üzerine felsefe kitapları yazma eğiliminin de ortaya çıkma nedeni oldu. Bu kitaplarda Matrix filmi ve fikri birçok yazar tarafından farklı açılardan ele alındı; sorgulandı; eleştirildi. Bir eser üzerine bu kadar derinlemesine incelemeler yapmanın ne kadar yerinde olduğu tartışılır, ama tüm bu çalışmalar Matrix’in -sevilerek ya da sevilmeyerek- en çok ilgilenilen film haline getirdi. Bir film olarak Matrix, bu kadar ilgiyi ve incelemeyi hak ediyor muydu? Matrix’i yalnızca bir film olarak ele almak doğru mudur? Filmin felsefi temellerini araştırmak bizi hangi noktalara götürmektedir? Bu sayılan soruları herkesin farklı yanıtlaması tabii ki olanaklıdır.
Ancak ‘Matrix’i başkalaştırarak bugünkü dünyaya uyarladığımızda nelerle karşılaşırız’ sorusu gündeme alındığında yapılan incelemelerin ve eleştirilerin dışında, bir simge olarak kendi Matriximizin içinde yaşıyor olmamız, önümüze çok da uzak bir olasılık olarak çıkmamaktadır.
Ünlü yönetmen Darren Aronofsky de filmin etkisinde kalanlardan. Matrix’in ilkini sinemada izleyen Aronofsky’nin filmden çok etkilendiği ve bilimkurgu sinemasının bundan sonra aynı olmayacağını hissettiği söylenir. Yıllar ünlü yönetmeni haklı çıkardı ve ilki 1999 yılında, ikinci ve üçüncüsü 2003 yılında gösterime giren film, içerdiği felsefi söylemler kadar, kullandığı teknolojiyle de dünya sinema tarihinde hak ettiği yeri aldı.
Neo: Seçilmiş kişi
Gündüzleri bir yazılım şirketinde çalışan Thomas Anderson, geceleri de ‘Neo’ kod adı ile hacker’lık yapar. Matrix’i araştıran Neo, onu yok edecek ‘seçilmiş kişi’ filmdeki tanımı ile ‘the one’ olduğundan habersizdir.
Filmde kullanılan adların çoğu, felsefi, mitolojik ya da dini referanslara sahip. Neo, böyle bir referansa sahip değil ama harflerin yeri değiştirildiğinde adı, ‘one’ yani seçilmiş oluyor. Neo hikâyede ‘mesih’ olarak konumlanırken, Ajan Smith de bir nevi ‘deccal’ olarak yer alıyor.
Matrix serisinde ‘seçim’ önemli bir rol oynuyor. Karakterlerin hemen hemen hepsi bir seçimde bulunuyor ve her seçim, bir sonuç doğuruyor. Neo da filmin başında kırmızı hapı seçerek, seri boyunca yapacağı seçimlerin ilkini gerçekleştirmiş oluyor. Bundan sonra yapacağı seçimlerin haddi hesabı yok. Hatta serinin finali de Neo’nun seçimi ile sonlanıyor. Bu bölümde Ajan Smith, Neo ile yaptığı dövüş esnasında neden pes etmediğini sorduğunda aldığı cevap, “Çünkü bir seçim yaptım” oluyor.
Yunan mitolojisinde düşler tanrısı olan Morpheus, Matrix’te de Neo’yu rüyadan uyandırıyor. Ona mavi ve kırmızı hapları sunan Morpheus, Neo’yu hiçbir şeye zorlamıyor, gerçeği göstererek seçenekler sunuyor.
Morpheus umudu, Locke da gerçekçiliği temsil ediyor. Filmde yaşanan bu çekişme, aslında Gnostiklerle Emprisistler arasındaki felsefi çatışmaya da bir gönderme yapıyor. Sezgisel bilgiye, aydınlanmaya inanan Morpheus, Gnostik; bilgiye ancak tecrübeyle ulaşılabileceğine inanan ve öyle davranan komutan Locke da emprisist tarafı temsil ediyor. Kaptan Locke adını da 17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan John Locke’tan almış. Düşünür, emprisizmin temeli sayılan ‘İnsan Anlayışı Hakkında Makale’yi 1690 yılında yazmış.Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın?” Morpheus, bu soruları Neo’ya yönelttiğinde, ondan bir cevap alma beklentisi içinde değil. Sorularla kafasını açmak istiyor. Ama kafanın açılması için önce karışması gerekiyor. Tam da bu noktada Morpheus, “Gerçeğin çölüne hoş geldin” diyerek ünlü düşünür Jean Baudrillard’a selamı çakıyor.
Matrix’te yer alan adların tesadüfi bir seçimin sonucu yer almadığını, hemen hemen hepsinin dini, felsefi ya da mitolojik referanslar taşıdığını belirtmiştik. Serinin üçünde de yer alan Trinity, adını Hıristiyanlık dininin omurgası sayılan ‘kutsal üçleme’den alır.
Neo, Morpheus ve Trinity de başından sonuna kadar beraber mücadele eden üç isimdir. Morpheus’un kullandığı geminin adı da Nebukadnezar’dır. Keldani Hanedanı’ndan gelen birden fazla Babil kralının adı olan Nebukadnezar, aynı zamanda yenilmez unvanını kazanan II. Nebukadnezar’ı da kapsar.
Matrix Reloaded’ta tanıştığımız Kaptan Niobe de adını mitolojiden alır. Daha bitmedi! Filmde Neo’ya, yani mesihe ihanet eden kişinin de adına dikkat. Bu kişinin adının da şeytanın adlarından biri olan ‘Lucifer’den üretildiğini ve Cypher olduğunu düşünebilir miyiz, bizce düşünürüz. Mesela, film boyunca Neo’nun kurtarmak için türlü bedeller ödediği Zion’un adı da İncil’de yer alıyor.
Matrix’in Gerçekliği ya da Simülasyon Matrix’in gerçek olup olmadığını ya da gerçekleşebilme olasılığını sorgulamaya başladığımızda ilk bakmamız gereken kriter, bir simülasyonun içinde yaşayıp yaşamadığımızdır. Ancak bunu anlamamız en büyük simülasyon teoristi olan Jean Baudillard’a göre olanaksızdır, çünkü biz seyirciler de kodlar ve modellerden oluşan bir dünyada yaşamaktayız ve gerçekle tüm temasımızı yitirmiş durumdayız. Gerçekle olan temasımızın tamamen yitirilmiş olması ise bizim gerçekle gerçek olmayan arasındaki farkı anlayamayacağımız ve simülasyonlardan oluşan bir dünyada yaşıyor olsak dahi bunun farkına varmamızın olanaksız olması sonucunu doğuracaktır.
Tüm bu düşünceler ışığında yeniden Matrix filmine döndüğümüzde, filmin bize söylediklerinin yeni şeyler olmadığı, hatta tüm bu söylemlerin Platon’un mağara alegorisinde anlattığı varlığın ikiliğine kadar götürülebildiği ortaya çıkmaktadır. Ancak filmin özelliği bu söylemleri birleştirerek felsefe öğretimi yoluyla ulaşılması olanaksız olan büyük bir kitlenin gözleri önüne sermesidir.
Sonuç
Tüm yazılanların ve söylenenlerin ötesinde Matrix değerli bir yapım olmasına rağmen, aslında insanları köleleştirdiğini ve onları tüketim makineleri haline getirerek, düşünmelerine bile fırsat vermeyecek bir hızda tüketmelerini sağladığını iddia ettiğimiz sistemin tam da ortasından, Hollywood’dan çıkmıştır. Gerçekten de Hollywood, bugün dünya film endüstrisinin merkezi durumundadır ve bunun nedenleri de sistemin korunmasına bulunduğu katkılarda aranmalıdır. Bu doğrultuda, filmin insanları bazı gerçekleri görmeleri için uyandırma misyonuyla çekilmediği söylenebilir, ama üzerine düşünüldüğünde bugüne kadar birçok felsefecinin ortaya koyduğu fikirleri barındırıyor olması ve bu düşüncelerin en azından duyulması için yaptığı katkı da küçümsenmemelidir. Film, bu yönleriyle kendiyle çelişir bir duruma gelmiştir. Bir Hollywood yapımı için fazla düşünsel öğe barındırmaktadır ama bir uyandırma filmi için de fazla Hollywood ürünü özelliğine sahiptir. (Filme çokça yer verilen ve özel çekim teknikleriyle zenginleştirilen şiddet ve kovalamaca sahneleri bunların en güzel örnekleridir.)
Matrix filmi önümüzdeki yıllarda konuşulmaya devam edecek kafamızda sorular bırakan ilginç filmlerin en başında gelmeye devam edecektir.
Kaynakça:
Ünsal Doğan Başkır, 2003