Yaşamı ve evreni ereklerle temellendiren ve açıklayan düşünce biçimidir. Erek kelimesinin açılımı bulunmuyor bir amaç anlamında kullanılır. Nedensellikten farklı ve ona karşıt olarak teleoloji, her şeyin temelinde bir ereksellik/amaç bulunduğunu, bir erekle belirlenmiş ya da bir ereğe yönelmiş olduğu fikrinden hareket eder. Yani evrenin bir amacı olduğunu çıkarımı yapabiliriz. Böylece bir nedensellik varsa bile, teleolojiye göre bu ereksel nedenlerden meydana gelir, yani varılmak istenen ereğe doğru yönlendiren ve oraya götüren neden. Böylece teleoloji, bir erekçilik düşüncesi olarak şekillenir; buna göre her şey yalnızca bir ereğe yönelmiş olmakla kalmaz, aynı zamanda bir erek tarafından belirlenmiştir ve her şey bir ereklilik yasasına göre olup bitmektedir. Teleoloji bu yönelimleri sonucunda, evreni ve yaşamı, amaç-araç ilişkisi üzerine kurulu bir dizge ya da yapı olarak gören bir felsefi görüştür. Herşeyin amacı ve nedeni olduğunu bu anlatımımdan çıkarabilirsiniz. Yaşamı ve evreni bir amaca neden iten düşünce sistemi gibidir.
Teleoloji kavramını ilk olarak gündeme getiren düşünür, evrenin bir telosa (erek) göre oluştuğunu düşünen Anaxagoras’tır. (M.Ö. 500 – 428 yaşamıştır)Ona göre, nous (us) adını verdiği ilke evreni oluşturuyordu. Özü gereği kuvvet ve zekası bulunan bir eleman olan nous, tamamıyla basit ve homojendir. Nous, kendiliğinden harekete geçebilir. Hareket ve yaşamın kaynağıdır. Ancak, gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediğinden dolayı nous adı verilen bu ilkeyi maddi olmayan bir şey olarak anlamamak gerekir. Aslında nous da bir maddedir, yalnız çok ince, pek seçkin bir maddedir. Bütün maddelerin en incesidir, en arınmışıdır. Nous, evrene hakim olan ereksel bir kuvvettir. Dünyanın güzelliği ve kaostan kozmosa yükselişinden bu ansal töz(kök, asıl, temel, cevher.) sorumludur. Düşünür aklından notlarından çıkarılan budur.
Anaxagoras’ın evrimin oluşumuyla ilgili görüşlerinde de nous önemli bir role sahiptir. Evrendeki oluşumu meydana getiren hareketin başlangıcında nous vardır. İlk hareketi sağlayan nous‘tur. Anaxagoras’a göre: evrende bir çok öge vardır ve bunlar sadece, su, hava, ateş ve toprak olmak üzere dört değil sonsuzdur. Spermata ismini verdiği cismin bu tohumları sayılamayacak kadar çok ve sonsuz derecede küçük yaratılmışlardır. Bu nedenle de yok edilemezler. Başlangıçta spermatalar bir kaos içerisinde bulunuyordu, rastgele bir araya yığılmıştı. Daha sonra, nous kaosa yaklaşarak onu düzenledi ve ondan kozmosu oluşturdu. Nous tarafından harekete geçirilen tohumlar, birbirlerinden ayrılarak iç ilişkilerine göre yeniden birleştiler. Sonra nous bu spermata yığınının bir noktasında bir kasırga oluşturdu ve bu hareket yavaş yavaş bütün yığını sardı. Sonunda, bu hareketle, benzer olanlar bir araya toplandı; yer, gök ve yıldızlar oluştu. Bu anlatım biraz eski anlatım olduğu olduğu için filozof kendi yaşadığı döneme özgür bir yaratılış resmi vermiş gözüküyor.
Aristoteles’e göre bilim adamının görevi bu dört nedenin hepsi üzerine bilgi edinmektir. Aristoteles’in meşhur mermer heykel örneğini ele alalım. Her şeyden önce mermerin varlığına gerek vardır. Bu maddi nedendir. Heykeli yapmak için çekiç ve keskiyle yontma işlemine ihtiyaç duyulur. Bu ise fail nedendir. Fakat yine, heykelin bir şekil alması, bir at, insan veya benzeri bir şekil kazanması gerekir, gelişi güzel yontulmuş mermer heykel değildir. Bu da formel nedendir. Heykelin varoluşunun genel nedeni, heykeltıraşın amacının gerçekleşmesidir. Aristoteles buna gayesel neden yani bütün şeyin nihai nedeni der. Bazen formel neden ve gayesel neden aynı olur; bir şeyin son biçimi aynı zamanda sürecin sonul amacıdır.Burada Aristoınun yaratılış imajını sizlere vermek istedim. Aristoda neden ve arkasında bir güç görmüştür.
Teist yaklaşımda evrenin, Tanrı’nın planına göre yaratıldığı savunulur.Teist nedir diyebilirsiniz. Teist bir tanrı inancına sahip insanlardır. Buna göre evrendeki tüm süreçlerin arkasında Bilinç mevcuttur, Bilinç’in yönlendirmediği tesadüfi hiçbir olay mevcut değildir. Bu tarzdaki teleolojik yaklaşım materyalist-ateist yaklaşıma terstir, çünkü materyalizm, madde dışında bir cevher kabul etmez ve maddi süreçlerin arkasında gayesel nedenlerin sahibi bir Bilinci reddeder. Bilinçli bir şekilde bazı gayeler için canlıların yaratılmasının her türlü Evrim Teorisi’ne zıt olduğunu söyleyemeyiz, birçok bilim adamı Evrim Teorisi’ni Tanrı’nın yarattığı bir süreç olarak görmüşlerdir. Bu bilim adamları, Evren’deki maddi süreçleri gerçekleştiren Tanrı’nın gayesel sebeplerinin, Evren’deki canlılarla beraber tüm oluşumların varlığının sebebi olduğunu düşünürler. Bu yüzden Aristo’nun dört nedeni teist evrimciler için sorun oluşturmamaktadır. Aristo’nun dört nedeninin, Evrim Teorisi’ne karşı gösterilmesinin sebebi yaygın olarak yapıldığı gibi Evrim Teorisi ile ateizmi karıştırmaktan kaynaklanmaktadır.Bu sorun sıkça din adamları tarafından yapılmaktadır. Yanlış algınnın oluşmasında bence en çok sorumlu olan kişilerdir. Aristo’nun anladığı anlamda dört neden ateist Evrim Teorisi’ne zıttır ama teist Evrim Teorisi ile uzlaşabilir. Görebiliriz ki Aristo’nun dört neden anlayışı her türlü (evrimci olan veya olmayan) ateizm ile zıttır.
Bu arada şunu belirteyim Aristo’nun teleolojik yaklaşımı, teizm ile uyumluyken ateizm ile uyuşamaz; ama bu, ateistlerin teleolojik yaklaşımın kelimelerini, kavramlarını hiç kullanmadıkları anlamına gelmez.
Örneğin gözün açıklaması için “göz görmeye yarar”, kanatlar için “kanatlar uçmayı sağlar” şeklinde yapılan açıklamalar, gözleri ve kanatları gayesel nedenleri ile açıklayan teleolojik açıklamalardır ve biyoloji ile ilgili kitaplar bu tip açıklamalarla doludur. Bazı evrimci biyologlar, örneğin botanist Paul J. Kramer, dilin bu şekilde kullanımını yanlış bulmakta ve bu izahların biyoloji biliminden atılmasını istemektedir.
Ünlü evrimci biyolog Francisco J. Ayala, biyoloji biliminde dilin teleolojik kullanımından kaçışın olmadığının farkında ve bunda bir sakınca da görmemektedir. Fakat teleolojik yaklaşımı yapay (artificial) teleoloji ve doğal (natural) teleoloji diye ikiye ayırarak, bir ateistin, teleolojik kavramları kullanışı ile teistinkileri ayırt edebilmekteler. Buna anlatıma göre bir bıçağın keskin yapılmasını, bir arabanın sürülmek için imal edilmesini veya Tanrı’nın evreni yaratmasını anlatan kişi yapay teleolojik bir yaklaşımda bulunuyordur. Düşünün bunlar direk gözle görebildiğimiz olgular değil. Bu yaklaşımda bilinçli oluşturma ve bunun sonucunda tasarım vardır; bıçağı, arabayı ve evreni bunlara içkin olmayan dış bilinçli bir güç oluşturmuştur. Oysa, Ayala, doğal teleolojide her şeyin içkin olduğunu; kuşların kanatlarının oluşumundan bahsederken, tesadüfi mutasyon, adaptasyon, doğal seleksiyon gibi süreçlerin dışında hiçbir güce atıf yapmayan kişinin, doğal teleolojik açıklama yaptığını söyler. Bu anlatım ise ateist yaklaşıma göredir. Ayrımı bu şekilde anlayabilirsiniz.
Görüldüğü gibi teist felsefeci ve bilim adamlarının teleolojik yaklaşımı, Ayala’nın sınıflamasına göre yapay teleolojidir, buna karşın ateist yaklaşımın teleolojik terimleri kullanışı doğal teleolojidir. Burada “doğal” kelimesinin kullanılışındaki gerçek amacın, doğa dışı gücü (Tanrı’yı), Evren’in ve canlıların oluşum sürecinin dışına çıkarmak olduğu görülmektedir. Yani bir nevi yaratıcıyı yoksaymaktadır. bu yaklaşım tüm evrimcilerin yaklaşımı değildir, sadece ateist evrimcilerin yaklaşımıdır. Bu ayrımıda belirtmek isterim. Teist bir bilim adamı veya felsefeci, Evren’den veya canlılardan bahsederken gayesel nedenleri gözardı edip bilimsel yaklaşımda bulunabilir . Fakat teist bir ontoloji, evreni Tanrı’nın bir tasarımı olarak gördüğü için; tasarımdan dolayı mutlak bir şekilde teleolojik yaklaşımı kabul etmiştir.bilimsel yaklaşımında teleolojiyi gözardı etse de böyledir.
Aristoteles’in ve teistlerin teleolojik yaklaşımı ile ateistlerin teleolojik kavramları kullanışını ayırd etmek için Jacques Monod[ ve Ernst Mayr teleonomi kavramının teleolojik kavramının yerine kullanılmasını savunmaktadırlar. Aristotelesçi anlamda teleoloji kavramından kurtulmak için telenomi kavramının kullanılmasını ilk öneren Pittendrigh olmuştur. Ernst Mayr teleonomi kavramını gayesel bir süreç için kullanmaktadır, bu gayeye giden yolu yönlendiren ise programdır. Mayr’ın program ile kastettiği temelde canlıların DNA’sındaki genetik kodudur. Böylece teistlerin, Bilinçli Tasarımcı’nın zihnindeki planı kasteden teleolojisi, ateist-evrimci yaklaşım tarafından; Tanrı ve DNA ile teleoloji ve telenomi kavramları yer değiştirtilerek dönüştürülür. Böylece biyologların canlıların organları ve davranışları için kullanacakları gayesel kavramlar meşrulaştırılmış olunur.Bu biraz karmaşık gözükebilir bir terim yerine diğeri alınması gibi düşünebilirsiniz.
Aristoteles deneysel, gözlemsel biyolojiye büyük katkıda bulunduğu gibi onun biyoloji felsefesi alanında yaptığı tartışmalar iki bin yılı aşkın bir süre alıntılanmış veya ona cevap verilmeye çalışılmıştır; ama onun muhalifleri bile onun önemini yadsımamıştır.
Modern biyoloji ve Evrim Teorisi, Batı medeniyetinin bilimsel ortamında gelişti. Bu yüzden Batı bilimi ve biyolojisinin beslendiği kaynaklar olan Yunan medeniyetini ve İslam düşüncesine değinmemiz, Batı medeniyetinin gelişimini daha iyi kavrayabilmemiz için faydalı olacaktır. İslam düşüncesinden yapılan çevirilerle Batı, kendi tarihsel köklerini dayandırdığı ve yoğun etkisi altına girdiği Grek mirasını keşfetti. Batı, İslam düşüncesinden tercümelerle Grek medeniyetini keşfederken, İslam düşüncesinin Grek medeniyetini yorumlayışını ve İslam bilim adamlarının metodolojisini ve keşiflerini de kendi içine aldı. Albertus Magnus, Thomas Aquinas, Duns Scottus gibi Batı medeniyetinin önemli isimleri İbn Sina ve İbn Rüşd’ün düşüncelerinden derinden etkilendiler. Roger Bacon’a nispet edilen deneysel metodu kurma şerefinin aslında Müslüman bilginlere ait olduğu, teori ve deneyin metodolojik bütünlüğü konusunda Bacon ve Leonardo da Vinci gibi ünlü bilim adamlarının, Müslüman bilim adamlarından ciddi etkiler aldıkları Batılı bilim adamlarınca da ifade edilmiştir.Günümüzde Müslüman bilim insanlarının başarıları yok sayılma eğiliminde bir çoğumuz bunları görmekteyiz.
Şimdi bazı bilim felsefecilerinin teleolojiyi nasıl anladığı ya da anlamlandırdığına değineyim.
Leibniz, gayesel açıklamayla mekanistik açıklamanın birleştirilmesini savunmuştur. Descartes’tan sonra tartışılan maddi beden ile zihnin (ruhun) nasıl uyum sağladığı sorunsalını Malebranche (1638-1715) gibi okkasyonalistler (ara nedenciler), Tanrı’nın her an müdahalesiyle zihin ve beden arasındaki uyumun gerçekleştiği şeklinde açıkladılar. Leibniz’e göre ise Tanrı, evrenin başlangıcından bir uyum sistemi kurmuştur; bu uyum sistemi sayesinde birbirinden bağımsız olan zihin (ruh) ve beden arası uyum sağlanır. Birbirinden bağımsız olan ve birbirine hiç etkide bulunmayan monadların arasındaki uyum da başlangıçtan sağlanan bu uyumla gerçekleşmiştir.
Leibniz’in ontolojisinde Tanrı, kendi dışındaki tüm varlıkların varoluşunun kaynağıdır, tam yetkindir, tüm monadların varlıklarının olduğu gibi uyumlarının da kaynağı O’dur. Tanrı’yı kudreti mutlak olarak gören Leibniz, Tanrı’nın evrene her an müdahale etmediğini söyleyerek, kudreti mutlak bir Tanrı anlayışıyla kendisini çelişiyor görmemiştir. Tam tersine, Tanrı’nın baştan gerekli müdahalelerin hepsini birden en mükemmel şekilde yapmasından dolayı bir daha müdahaleye gerek kalmadığını söylemiştir. Leibniz’in bu yaklaşımını; evrenden haberdar olmayan, gücü sınırlı bir Tanrı anlayışı olan deizm ile karıştırmamanızı öneririm. anlayışta mekanistik yaklaşım ile teleolojik açıklama arasında uyum savunulur. Leibniz’in çabası, kendi döneminin teoloji, felsefe ve bilimini uzlaştırmaya yönelik en önemli çabalarından biridir.
Leibniz’in felsefesinde mekanizm ve teleolojiyi uzlaştırması, insan bedeni ve zihni arasındaki uyum için yaklaşımı, ontolojisi ve Tanrı evren ilişkisinde “baştan düzenlenmiş uyum” modelini temel alması hem genel felsefe, hem de biyoloji felsefesi açısından önemlidir. Onun, matematiğe büyük katkılarıyla beraber, doğada nitelin de nicelin yanında önemli olduğunu söylemesi ve Buffon gibi çok önemli biyologları etkilemesi dikkate alınmalıdır. Ayrıca monadların hepsinin birbirinden farklı olduğunu ve aralarında bir derecelenme olduğunu savunan Leibniz’in “süreklilik prensibi” ile madenleri, bitkileri, hayvanları ve insanları sınıflaması da biyoloji felsefesi açısından kayda değerdir. Leibniz’in varlık sınıflamasında türler statik olması açısından evrimci anlayışa tamamen zıttır; ama evrimci anlayışa en zıt görüş olarak kabul edilen özcülüğe karşı olması açısından evrimci yaklaşımlara yakınlaşmaktadır.Burada Leibnizde evrimi savunan teist bir kişi olduğunu söylemek isterim. Çünkü yaptığım açıklama bunu net şekilde göstermektedir.
Kısa bir süre sonra William Paley (1743-1805) ünlü Doğal Teoloji (Natural Theology) yaklaşımıyla teleolojik delil açısından bir klasik olan eserini yazdı. Paley’in bu eseri Darwin’in de içinde olduğu birçok kişiyi çok uzun yıllar etkiledi. Paley, doğadaki varlıkların gelişiminden çok yapısal özellikleri üzerinde durur. Doğada “tasarımı” ve “amacı” gözlemlediğimizi; var olan tasarımın Tasarımcı’ya işaret ettiğini söyler. Paley, sürekli olarak tasarımı vurgulamasına rağmen, skolastiklerin yaklaşımıyla karıştırılmamak istediğini ve bu yüzden “gai sebep” kavramını kullanmadığını söyler. Paleyde evrimi tanrıya atfediyor gözüküyor.
Paley’in düşüncelerine birlikte bakalım;
“ Bir çalılıktan karşıya geçerken, ayağımı bir taşa doğru attığımı farz edelim. Bana, nasıl olup ta o taşın oraya geldiği ya da orada bulunduğu sorulsaydı, bildiğim her şeyin dışında, muhtemelen bir şekilde önceden beri orada olduğunu söylerdim…
Ancak, yerde bir saat bulduğumu farz etseydik bu durumda o saatin nasıl olup ta orada olduğunu sorgular ve neticede daha önceki cevabımı veremezdim. Aksine, saatin parçalarının birbirleriyle olan uyumu ve bir sistemi oluşturacak şekilde bir araya gelmiş olmaları bize belli bir zamanda, belli bir yerde ve belli bir amaç için bir ya da birden fazla sanatkârın saati tasarlayıp yapmış olduklarını düşündürürdü.”
Paley’in analojisini güçlü kılan nokta saatin kökenini bilmeye gerek duymadan, sırf saatin yapısından sonuca gidebilmesidir. Ayrıca, onun analizinde sırf bir organı ele alıp sonuca gitmek mümkündür. Kişi insan gözünü ele alıp sonuca gidebilir, ayrıca karaciğerin, akciğerin de incelenmesi sonuca varmak için elzem değildir. Canlı organizma makinaya benzetilir ve makinenin yapılma aşaması gözlemlenmese bile makinenin bir tasarımcısı olması gerektiğine dair benzetme ile canlıların da bir Tasarımcısı olduğu ortaya konur. Paley’in bu argümantasyonuna karşı, Hume’un, canlılarla makine arasında analoji kurulamayacağı itirazı delil olarak gösterilir. Michael Denton, moleküler biyolojideki gelişmelerin Paley’i doğrulayıp Hume’u yanlışladığını söylemektedir.Bu gelişmeler özellikle son 50 yılda gerçekleşmiştir ve yakın dönemimize aittir. Buna göre canlı hücrelerin içinde gerçekleşen mikro seviyedeki faaliyetlerin çoğu çok gelişmiş makinelerin benzer vazifelerini yapmakta ve Paley’i desteklemektedir. Paley, analojisini yaparken, canlıların karmaşıklıkta ve maharette, makinelerden çok üstün olduklarını da belirtmektedir. Burada kısaltılmış bir açıklama yapayım Hume,Paley’i bir makine örneği vermesinden dolayı eleştirmektedir. Örneği gerçekten düşündürücüdür.
Teleolojik açıklamada amaç açıklanır. Teleolojinin sorusu “niçin”dir. “Niçin tuğlalar birleşir?” veya “Niçin Dünya Güneş’e bu mesafededir?” gayesel nedeni öğrenmeyi amaçlayan sorulardır. Mekanist açıklamanın sorusu ise “ne” ve “nasıl”dır. Tuğlaların nasıl birleştiği veya Dünya’nın Güneş’e uzaklığının nelere yol açtığı mekanist açıklama ile anlatılır.
Teleolojik düşünceyi ele aldığım bu anlatımımda Çoğu felsefecinin,bilim insanlarının görüşlerine yer vermeye özen gösterdim. Sizlere kaliteli paylaşımlarda bulunmak için ilginç konuları seçmekteyim. Sizlerin görüşleri benim için önemlidir. Bu konu hakkında yorumlarınızı video altına mutlaka beklemekteyim. Yazılan yorumlarla beraber tartışmalarda yapabiliriz.
Kaynak
ekstrembilgi.com
wikipedia.com
nedir.org