Yer Kürenin tarihi çeşitli jeolojik zamanlara bölünerek ele alınır. Jeoloji biliminin bir kolu olan stratigrafi yer kabuğunu oluşturan katmanları jeokronolojik birimlere ayırarak inceler.
Yerkabuğunun oluştuğu evreleri araştıran bilimsel bir otorite olan Uluslararası Stratigrafi Komisyonu en son bilimsel verilere dayanarak bu ölçeklerin sınırlarını çizmekle görevlidir.
Komisyonu iklim değişikliği problemi bağlamında en çok meşgul eden sorulardan birisi içinde bulunduğumuz jeolojik devir olan Holosen’in sona erip ermediğidir.
Antroposen terimi ilk kez Paul Crutzen ve E.F. Stoermer tarafından 2000 yılında dillendirildi2 ve 2002 yılında Nature adlı bilimsel yayındaki makalede yer aldı. Crutzen ve Stoermer içinde bulunduğumuz jeolojik zaman diliminde bir süredir insan faaliyetleri yüzünden yer sistemleri döngülerinde (örneğin karbon döngüsü, nitrojen döngüsü vb.) meydana gelen düzensizliklerden bahseder. Bu düzensizliklerden birisi de insan kaynaklı iklim değişikliğidir. Okyanusların asidifikasyonu, habitat ve biyoçeşitlilik kayıpları, topraklardaki eşi benzeri insanlık tarihinde görülmemiş kimyasal ve fiziksel değişimler de bu dü-zensizliklerden sadece bazılarıdır. İnsanoğlunun yer kabuğunda doğanın diğer güçleri kadar ve hatta daha fazla etki bıraktığı bu yeni zamanın isminin Antroposen olması gerektiği savı bu ne- denle ortaya atıldı
2002’de Nature dergisindeki makalesiyle Antroposen terimini literatüre sokan Crutzen’e göre Antroposen; içinde bulunduğumuz jeolojik devir olan Holosen’den çıkmakta olduğuna ve bu çıkışın büyük ölçekte insan etkileri sebebiyle; insanlığın başlı başına küresel çapta belirleyici gücü olan, biyolojik, kimyasal ve jeolojik bir aktör haline gelmesi sebebiyle gerçekleştiğini öne süren döneme denk düşüyordu. Crutzen yayınladığı makalede Antroposenin başlangıcını 18. yüzyılda buhar motorunun James Watt tarafından keşfedilmesinden bu yana geçen zamanda Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmiş olması ve bu devrimin enerjisini sağlayan fosil yakıtların orantısız tüketimine bağlamaktadır. Ancak bu konuda hala tartışmalar sürmekte, Virginia Üniversitesi’nden paleoiklim uzmanı William Ruddiman 8 bin yıl kadar önce tarımın icat edilmesiyle Antroposen’i başlattığımızı belirtiyor, bazı bilim adamları ise bu miladın radyoaktivitenin keşfi olduğunu söylüyor. Birçok bilim adamı ise Antroposen devrinin henüz başlamadığını savunuyor.
Peki, gerçekten de Antroposen yeni bir devreye isim olabilecek özelliklere sahip mi?
Bu soruyu cevaplayabilmek için son 10.000 yılda dünyada neleri değiştirdiğimiz görmemiz ve bu değişikliklerin gelecekte ne gibi sonuçlar doğuracağını tartışmamız gerekir. Şuan kullanmakta olduğumuz jeolojik takvim gezegenimiz büyük ölçüde etkilemiş olayların izlerinden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Örneğin Ordovisiyen döneminde (495-440 milyon yıl önce) deniz seviyesinin düşmesi ve küresel soğuma, dünyayı bir buzul çağına sokarak kitlesel bir yok oluşa sebep olmuştur. Bu olay Ordovisiyen döneminin bitirip Silüryen dönemini başlatmıştır. Peki, bu kadar büyük doğa felaketlerinin insan eliyle gerçekleştirilmesi mümkün mü?
Antroposen çağın başlangıcını gösterecek yerlerden biri de nehir ağızları olabilir. Buralarda toplanan balçığın alt üst olması daha az muhtemel. Örneğin İskoçya’daki Clyde nehir ağzında her yılın birikintisi rahatlıkla görülebilir ve Androposen çağı belirgin çizgi halinde kendisini gösterebilir.
Çamur ve balçık göl ve okyanus diplerinde de birikir. Kanada’nın Ontario bölgesindeki Crawford Gölü’nün dibinde toplanan balçıkta yıllık sanayi kirliliği ayrıntılı olarak görülebiliyor.
Ancak okyanus tabanındaki balçığa ulaşmak ve buradan çıkarıp yüzeyde incelemek ve bunu 70 yıl gibi kısa bir zamanda oluşacak ince bir katman için yapmak oldukça zor. Waters, çıkarma işlemi sırasında katmanların bozulabileceğini ve yanlış sonuçlara yol açabileceğini söylüyor.
Bu nedenle en doğrusu, bu birikintilerin sabit ve katı haldeki izini karada bulmak olabilir.
Waters’a göre buna en uygun yerlerden biri Paris’teki kanalizasyon bağlantıları. 300 yıllık bu kanallarda ince tabakalar halinde kalker birikintileri oluşmuş ve bunlar bakır ve kurşun gibi metaller içeriyor.
(Dünyada İnsan Eli Değmemiş Yer Kalmadı!)
Ama Waters’ın gösterdiği favori seçeneklerden biri Karayipler’deki mercanlar olabilir. Mercanlar üzerinde de her yıl bir tabaka birikmekte ve bu tabakaların içinde yer alan kimyasallar atom bombası testlerinden atmosferdeki karbondioksit seviyesine kadar insan aktivitesine dair ipuçları içeriyor.
Ancak bütün bu adayların önemli bir dezavantajı olduğunu söylüyor Waters. Jeoloji toplulukları daha önce hiç bu tür yerleri jeolojik çağlar arasındaki ayrımın verilerini içeren noktalar olarak belirlememişti. Bu nedenle, en uygun olanın belirlenmesi için bu konuda oy kullanacak insanlar arasında böyle bir tartışma başlatılması yararlı olurdu.
Araştırmacılar hem modern ekosistemler üzerinde yaptıkları çalışmalarla hem de fosil kayıtlarını kullanarak bitki ve hayvan topluluklarının zamanla değişimini incelemişler. Sonuçlar yaklaşık üç yüz milyon yıl boyunca bitki ve hayvan topluluklarında ayrık türlerin görülme sıklığının yüksek olduğunu, ancak altı bin yıl öncesinde bu durumun değiştiğini gösteriyor. Geçmişte Dünya’da meydana gelen çevresel değişikliklerle ilgili bilgilerimiz bu durumun iklime bağlanamayacağını gösteriyor. Araştırmacılara göre altı bin yıl öncesinde bitki ve hayvan topluluklarında görülmeye başlanan değişimin ana nedeni insan faaliyetleri olmalı. Altı bin yıl öncesi, insanların tarıma daha fazla bağımlı olmaya başladıkları döneme denk geliyor. Dolayısıyla elde edilen sonuçlar bu dönemde bitki ve hayvan topluluklarında görülmeye başlanan değişikliklerin insanların çevrede sebep oldukları değişikliklerden kaynaklandığına işaret ediyor.
Jeologlar bu tür kararları alırken çok dikkatli davranıyor ve uzun bir süreç işletiliyor. Bu nedenle Waters ve ekibi, oy kullanacak kurumların aşina olduğu oluşum ve süreçleri tercih ediyor. Bu alanda son söz sahibi Uluslararası Jeolojik Bilimler Derneği.
Kaynak
Açık Bilim
Arkeofili
Tübitak